Kerbela katliamında Hz. Zeynep, melun Yezid’in askerleri tarafından tutsak edilmiş, zincirlere vurularak Kufe’ye getirilmiş, orada yapılan tarihi konuşması ve bedduasında şöyle buyurmuştur:
“Ey Kufeli’ler beni iyi dinleyin! Allah’a hamd-u sena olsun. Salât ve selam benim babam Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ve tertemiz soyuna olsun. Ey Kufe halkı! Ey aldatılmış ve satılmış zavallı insanlar! Siz bize mi ağlıyorsunuz? Oysa ki bizim gözlerimiz hala yaşlı, ıstıraplarımız dinmemiş, feryatlarımız yatışmamıştır. Sizler, gerdanlığı kaybetmiş, toprak içerisinde arayan kadınlar gibisiniz. Sizler Allah ve Resul’üne iman getirdiniz ama daha sonra işlediğiniz bu büyük günahla onun kökünü kazıyıp attınız. Sizden fesat, şer ve şarlatanlıktan başka bir şey de beklenemez. Sizler ne yenilen ne de kokulan bir güle benziyorsunuz. Sizin nefisleriniz ne kadar da kötü bir nefislersiniz. Sizler Allah’ın gazabına uğramış ve cehennemlik olmuş bir toplumsunuz.
Bizleri öldürdünüz, şimdi de bize mi ağlıyorsunuz? Evet! Allah’a yemin olsun ki çok ağlayın az gülün, bu işlediğiniz cinayetin kanı sizin yakanıza yapışmış, bu yaptığınız pis ve kötü amellerinizden kurtulamazsınız ve rezillik sizi kahredecek. Hiç bir suyla bu çirkef lekelerinizden yıkanamayacaksınız. Peygamber’in oğlu cennet gençlerinin efendisinin kanını nasıl yıkayacaksınız? Siz iyiliklerin mabedini ve yardıma muhtaç olanların derman kapısını yıkıp öldürdünüz. Siz Allah’ın ve Resul’ünün size olan hüccetini öldürdünüz.
Ey Kufe halkı! Öyle büyük ve kötü bir günaha saplandınız ki Allah’ın azabı ve felâketi sizin üzerinizdedir. Uğraşlarınız, eliniz, yaptığınız her iş Allah’tan bela olarak size dönsün ve maalesef o belayı sizler istediniz ve zillete duçar oldunuz.
Ey Kufe halkı! Yazıklar olsun size, kimin ciğerini söktüğünüzü biliyor musunuz? Siz Muhammed Mustafa’nın göğsünü açıp ciğerini aldınız, ismet perdesini yırttınız. Siz Peygamber’in kanını akıttığınızın farkında mısınız ve ona nasıl saygısızlık ettiğinizi biliyor musunuz? Siz öyle büyük bir günah işlediniz ki günahınız yer ve gökyüzünü doldurdu, sizin bu yaptığınız günah ve işlediğiniz cinayetten dolayı gökyüzünden kan yağmasına şaşırmayın. Ahiret günü Allah’ın kahır ve zelil edici azabı haktır ve gerçekleşecektir ve o gün sizin için ne bir yardımcı ne de kurtarıcı olacaktır. Allah’ın verdiği şu sürede mutluluk yaşamayın ve Allah azap etmede acele etmez, sabrı çoktur ve bilin ki Allah size bu cezayı vermek için sizi beklemektedir.”
Hz. Zeynep’in bu konuşmasını dinleyenlerin yüreklerine pişmanlık ödü düşmüş ve Allah’a yakarışa başlamışlardı, herkes çaresizce sağa sola kaçışıyordu. İnsanlar gafletten uyanmış ve Ubeydullah bin Ziyad’ın nasıl bir fitneci ve alçak bir din düşmanı olduğunu anlamışlardı. Onun İbn-i Ziyad’ın sarayında dile getirdiği bir cümle, Kerbela mesajını tüm zamanlara iletiyordu, haydar nefesli Zeynep: “Ben Rabbimden güzellikten başka bir şey görmedim.”
Daha sonra Hz. Zeynep ve kafileyi Yezid’in yanına götürdüler, o büyük kadın şimdi fitnenin başının karşısına çıkıyordu. Melun Yezid, İbn-i Zebari’nin şiirini okumaya başladı: “Keşke Bedir’de öldürülen kabilemin büyükleri olsalardı Hazrec kabilesinin, kılıçlarımızın inmesiyle nasıl inlediğini görselerdi! Görselerdi de bunun sevinciyle çığlık atarak, “Ey Yezid! Ellerin dert görmesin!” deselerdi! Biz beni Haşim büyüklerini öldürerek Bedir’in yerine Kerbela’yı hesap ettik. Ahmed’in yaptıklarından ötürü”
Hazreti Zeynep bunu duyunca yerinden kalktı. Allah’a hamd-ü senâ ve Resul’üne (s.a.v.) salât-ü selâm ettikten sonra şu ayeti okudu: “Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah’ın ayetlerini yalanlamaları ve alay konusu edinmeleri dolaysıyla çok kötü oldu.” ve şöyle devam etti: “Ey Yezid, bizleri esir olarak şehir şehir dolaştırmakla bu geniş yeryüzünü ve bu fezayı bize dar ettiğini, bizi Allah katında hor ve zelil, kendini de yücelttiğini ve bu olayların da senin yüce makamından olduğunu mu sanıyorsun ki bundan ötürü çok övünür ve seviniyorsun? Dünyanı abat ettiğin için çok mu mutlusun? Her şeyin istediğin gibi gerçekleşmesine ve saltanatı ele geçirmene çok mu sevinirsin? Yavaş ol, yavaş. Allah’ın, “O küfre sapanlar kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları daha da artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azap vardır.” buyurduğunu unuttun mu yoksa? Ey Mekke’nin fethi sırasında azat edilenlerin oğlu, kendi kadın ve cariyelerini perde ardında tutup Resulullah’ın (s.a.v.) kızlarını da açık yüzlerle ve örtüsüz bir hâlde düşmanlarının yanında şehir şehir dolaştırman ve her konakta, oranın sakinlerine göstermen yabancıya ve aşinaya, alçaklara ve şerefli insanlara bu himayesiz esirleri göstermen insaf ve adalet midir? Soylu ve becip insanların ciğerini ağzına alıp emen ve sonrada dışarı atan ve şehitlerin kanıyla beslenen Uhud’ta Muaviye’nin annesi Hind’in Hamza’nın ciğerini ağzına alarak yemek istemesi olayı birinden nasıl merhamet beklenebilir? Her zaman itiraz, husumet ve kinle bize bakan biri, elinden gelen her türlü kötülüğü neden yapmasın? Şimdi de sanki bu yaptığıyla günah işlememiş gibi mest ve mağrur bir hâlde cennet gençlerinin efendisi Ebu Abdullah’ın (Hz.Hüseyin’in) dişlerine çubukla vuruyor ve pervasızca, “Bedir Savaş’ında ölen büyüklerim keşke burada olsalardı da bu durumu görmekle çığlıklar atarak, ellerin dert görmesin Ey Yezid!” deselerdi diyorsun. Niye bu sözü demeyesin ve niye bu şiiri okumayasın ki? Sen Muhammed’in evlatlarının kanına buladın elini ve yer yüzünün yıldızları olan Abdulmuttalip oğullarını katlettin fakat bununla kendi ölüm ve bedbahtlığına zemin oluşturdun. Şimdi de duyuyorlarmış gibi kendi tayfanın yaşlılarına sesleniyorsun fakat çok geçmeden sen de onlara katılacak ve keşke ellerim kırılsaydı ve dilim lâl olsaydı da bunları demeseydim diyeceksin.”
DR.SEYYİD HÜSEYİN ZERRÂKİ
DÜNYA SEYYİDLER VE ŞERİFLER KÜLTÜR VE ARAŞTIRMA DERNEĞİ GENEL BAŞKANI İSTANBUL