Ebu Yakub Yusuf bin,Eyyûb Hemedanî
Hicri 440-441,
Miladi 1049-50 yılında Hemedan yakınlarındaki Buzencird kasabasında dünyaya gelmiştir. Hemedanın,eski adı Rey olanTahran şehri’nin batısında yer almaktadır. Buzencird köyü,Moğol istilası sırasında yok edilmiştir.”Halifesi Abdülhâlık Gucduvânî Hazretleri,Menakıb-ı Yusuf-ı Hemedanî isimli eserinde onun soyunu Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife’ye ulaştırmaktadır.Bununla birlikte,Farsça konuşup yazdığı için Tacik olabileceğini söyleyenler de vardır.
Çocukluk yılları bilinmemesine ragmen, ilim öğrenmek için memleketinden on sekiz yaşında iken ayrıldığı nakledilmiştir.İslam beldesinin en mühim medreseleri ve ilim adamları, o dönemde Bağdat ve Nişabur’da toplanmıştı.Hemedanî Hazretleri, önce hilafet merkezi olan Bağdat’a gelerek eğitimine başlamıştır. O sıralarda Bağdat, halifelik merkezi ve ilim muhitlerinin son derece canlı olması bakımından hareketli ve parlak bir dönem yaşamakta, matematik, astronomi, tıp, fıkıh, tefsir, hadis, tarih, edebiyat, sanat, kelam, felsefe, tasavvuf gibi ilimlerde “merkez” sıfatını taşımaktadır.
Hmedanî (ks), ilimde ilk üstadı Şeyh Ebu İshak Şirazî ile burada tanışmıştır. Büyük devlet adamı Nizamü’l-mülk tarafından kurulduğu için adıyla anılmış ve sonradan kurulan bütün medreselere missal teşkil etmiş olan Nizamiye Medreselerinin ilk müderrisi olan büyük âlim, Şafii fakihi Ebu İshak Şirazî,nin ders halkasına katılan Yusuf b. Eyyûb Hemedanî (ks) fıkıh kelam ve hadis ilimlerini ondan tahsil etmiş, üstün gayreti ve zekâsı sayesinde akranlarını geride bırakarak, hocasının dikkatini çekecek bir seviyeye ulaşmıştır.
Bağdat medreselerinde Hatib el-Bağdadî (463/1071) ve Ebu Tahir Abdülkerim ibn Hasan el-Habbaz (469-1076) gibi muhaddislerden de ders almış, bununla yetinmeyerek hadis öğrenmek maksadıyla Semerkand ve Buhara’ya kadar uzanan seyahatler yapmıştır. Hocası gibi o da nihayet Nizamiye medreselerinde fıkıh dersleri okutmuştur.
Bağdat’ta geçirdiği yıllar (1158’den itibaren) mezhep tartışmalarını merkez alan fikir cereyanları ve farklı kutuplar arasında münazara ve müzakerelerin yapıldığı bir dönemdi. Sünnî-Şiî çatışmalarının yanında, her iki grup kendi içlerinde de ayrılığa düşmüştü. Hz. Hemedanî (ks), hocasını bu hususta takip edip cedel ilminde maharet kazanmış ancak ilm-i hilaf’a meyli olsa da bu çatışma ortamı onu rahatsız etmişti. Bu durum onun, her şeyi bırakarak tasavvuf ilmine yönelmesinde önemli bir etken olmuştur.
Manevî arayışı Yusuf b. Eyyûb Hemedanî (ks)’yi önce Şeyh Abdullah Cüveyni ve Hasan Simmanî ile buluşturmuş, bu iki mümtaz mürşidin sohbetlerine iştirak etmiştir. İbadet, riyazet ve mücahede ile meşgul olduğu sıralarda, Ebu Ali Fâremedî (ks) ile tanışarak intisabına nail olmuştur. Hemedanî Hazretleri ondan çağları ve toplumları etkileyecek ilm-I bâtın tahsile başlamış, kendüsinden sonar da postnişin olmuştur.
Hemedanî Hazretleri tasavvufî alanda da çatışmalarla muhatap olacaktır. O dönemde Harakânî (ks), Fâramedî (ks), Kuşeyrî (ks) gibi mutasavvıflar, Gazâlî, Hucvirî gibi mutasavvıf âlimlerle desteklenereksünnî tasavvufun yeniden neş’etine çalışsalar da çözülme ve bozulmalar devam ediyordu. Hemedanî Hazretleri, daha başından itibaren kendisini sünnî tasavvufun savunucuları arasında, tebliğ ve hizmetle yoğrulan bir anlayışın içinde buldu. Hayatı boyunca, şeriata bağlılıktan taviz vermemiş, sünnete sıkı sıkı bağlanmış, aşırılıktan uzak durarak hayatın ve toplumun gerçeklerini bilip onu göz ardı etmeyen bir tasavvuf anlayışını temsil etmiştir. Bağlandığı yolun büyükleri, cedelcilere muhalif olarak çalışmayı terk etmiş, hizmet ve sevgi yolunu tercih etmişlerdi. Bir başka tebliğ yöntemi olarak tasavvuf şiir o dönemde mutasavvıflar tarafından irad edilmeye başlanmıştır.
Buhara, Semerkant, Mevr, Herat şehirleri arasında sürekli bir gidiş geliş halindeki hayatı, civar illeri de tek tek dolaşarak halkı irşad, İslam’ın esaslarını talim, sahabe-I kiramın yolunu takip üzere vaaz ve sohbetlerle geçirmiştir. Gittiği yerlerde, Bağdat, İsfahan ve Semerkant’ta tasavvuf derslerinin yanında hadis dersleri de vermiştir. Tabakat alanında yazılmış en önemli eserlerden olan Kitabü’l-ensab’ın müellifi Abdulkerim es-Sem’anî, Merv’de Hemedanî Hazretleri ile bizzat görüşmüş, ondan hadis almış ve kendüsinden yirmiden fazla hadis kaydetmiştir.Meşhur tarihçi İbn Asakir’in de Merv’de iken Hemedanîden ders aldığı kaynaklarda belirtilmektedir.
Hemedanî Hazretleri orada bulunduğu süre boyunca her ay Semerkand âlimlerini davet ederek onlara şeriat dersleri vermiştir. Şafii ve Eş’arî olduğu için bu mezhebe bağlı âlimleri etrafında toplamış, bu sbeple derindeki bütün ilmî faaliyetlerin bayraktarı kabul edilmiştir. Türkçe bilmediğini söyleyen kaynaklar, özellikle Türk ve Tacik toplulukları arasında İslam’ın sünnî esaslarını yaymaya gayret ettiğini aynı sayfalarda yan yana bildirmektedir. Bu niteliği ile Hemedanî Hazretleri, Türklerin henüz ana yurtlarında bulundukları sırada karışık ve bâtıl inançlara yönelmelerini engellemiş, İslam tarihinde önemli vazifeler üstlenmelerinde manevî rehberlik etmiştir. O devirde batıya yönelen Türk boylarını, çağın mezhebî tehlikelerine ve bâtıl mistik düşüncelere karşı kuvvetli bir engel olan sünnî tasavvufa teşvik etmiştir. Tasavvuflar Türkler arasında kurulan rabıta, o tarihten itibaren bütün Türk toplum ve devletlerinde bir gelenek halini almış, Türk dini ve milli kültürünün temelinde tasavvuf yaşatıcı ve biçimlendirici bir güç olarak var olmuştur. Tekkesinde ve civarında 12.000, uzak çevresinde ise 90.000 kadar müridi olduğu belirtilen Yusuf-I Hemedanî Hazretleri, müridleri ile birlikte Horasan, Buhara ve Semerkant havalilerine toplu tebliğ ve irşad gezileri yapmış, halkın arasına karışarak sahip olduğu öğretileri toplum vicdanına ulaştırmayı başarmıştır.
Selçuklu Sultanı Sencer de Yusuf-I Hemedanî Hazretlerinin dua ve feyzine talip olmuştur. Bir elçi vesilesi ile tazim ve tekrimlerini, tekke sakinlerine dağıtılmak üzere 50.000 altınla birlikte Yusuf-I Hemedanî Hazretlerine göndererek, “Ashab-I kiramın youlndan ayrılmayan bu büyük şeyhin hayat tarzını bildirmesini ve kendisi için Fatiha niyaz etmesini” rica etmiş, bunun üzerine Hemedanî Hazretleri, Fatihayı okuyarak kendisinde şer’-i Nebevîye uygun gördükleri halleri yazmaları için müridlerine izin vermiştir. Onlar da şeyhlerinin sünnete uygun her halini yazarak Sultan Sencer’e göndermişlerdir. Sultan Sencer, bu yazı vesilesi ile Yusuf-I Hemedanî’den (ks) istifade etmiş, bu belge sünnî mutasavvıfların erken dönemlerdeki hal ve inançlarını kayıt altına alarak tarihe geçmiştir.
İbn-i Sekka kıssası da menkıbe kitaplarında sıkça zikredilmektedir. Biri ileride zamanın kutbu olacak ancak o sırada inzivaya çekilmeyi düşünen Abdülkadir Geylânî diğeri Şafi mezhebinin fıkıh âlimlerinden olacak Ebu Said Abdullah b. Asrun ve son olarak ilmi ve söz söylemedeki yeteneği sayesinde meşhur olacak İbn-i Sekka isimli üç arkadaş, hakiki sufileri aramaya koyulmuşlardı. Adını duydukları Yusuf-ı Hemedanî hazretlerini ziyarete karar verdiler. Halk onun için övgü dolu sözler söylüyor, söz sultanı, imanın delili, hakikat müşküllerinin çözücüsü, ilahi hazinelerin bilicisi lakaplarıyla anıyordu. Yolculuk sonrasında İbn-I Sekka arkadaşlarına, “Ben bu zâta bir soru sormak istiyorum. Vereceği cevaba göre onun ilim sahibi bir veli mi yoksa insanları kandıran biri mi olduğunu anlayacağım.” dedi.
Ebu Said ona katıldı, Abdulkadir Geylâni ise, “Ben Allah’ın veli bir kulunu sınayamam, Allah’tan korkarım. Ben kim, onu sınamak kim! Ben sadece o veli kul vesilesiyle Allah Teala’dan gelecek ilahi feyizden yararlanmak isterim.” dedi.
Sonunda, şeyhin meclisine gelip oturdular. Mecliste Bağdat’tan, Merv’den, Herat’tan, Semerkant ve Buhara’dan gelenler de bulunuyordu. İbn-i Sekka içinden , “Ona öyle bir soru sorcağım ki cevap veremeyecek.” diye düşündü. Kalktı, birtakım söyleyerek meclisi bulandırdı. Yusuf b. Eyyub Hemedani Hazretleri, muhatabının gönlündekilerden haberdar olarak, “Otur! Demek sen bana bir soru soracaksın ve ben onu bilemeyeceğim!” dedi. Sonra da, “Sorunun cevabı şudur…” siyerek İbn-I Sekka’nın soracağı soruyu ve cevabını söyledi. Sonra yine ona hitaben, “Senin sözlerinden küfür kokusu alıyorum. Muhtemel ki sen Müslüman olarak ölmeyeceksin!” dedi.
Sonra diğerine döndü ve aklından geçirdiği sorunun cevabını verdi. Ardından, “Ey Abdullah, dünya malı nedir ki! Yaşadığın süre boyunca çok malın olursa dünyalıklara gömülüp gitme. Ahiret hayatı her şeyden daha önemlidir.” diye ekledi.
Son olarak, Abdulkadir Geylâni’yi çağırdı ve ona şçyle söyledi:
“Senin için ümitliyim. Allah, niyetinin karşılığını verecektir. İlim ve hizmete devam et! Gelecekte insanlara hizmet ederken nicelerinin sana boyun eğdiğini görürsen, sakın ola ki bunu kendine mâl etme! Bil ki bu Allah’ın bir lûtfu, seni yetiştirenlerin gayret ve himmetidir.”
Bu olayın akabinde İbn-I Sekka ilimlke uğraşmaya devam etmiş, şer’î ilimlerde akranlarına üstünlük elde etmiş, o devirde bolca yapılan münazaralara katılıp bütün rakiplerini yüksek ilmi sayesinde alt etmiştir. Bir gün Rum kralına elçi olarak gönderilmiş ilmiyle İmparatorun dikkatini çekmiş, türlü iltifatlara mazhar olmuştur. İmparatorun kızı ile evlenmek hevesi ile onun şart koştuğu gibi Hristiyan olmuş ve bu hal üzere ölmüştür. Ebu Said Abdullah b. Asrun, fıkıhta ilerleyip mal ve mülk sahibi olmuş, şeyhin sözlerini hiç unutmamıştır. Abdulkadir Geylânî Hazretleri ise, inziva düşüncesinden Hemedan’I Hzretlerinden aldığı ilham ile vazgeçip devrinin çağları aşan mürşidi olmuştur.
Buyurmuştur ki:
“Hz. Peygamber, din mertebelerinin başına İslam’ı koydu. Çünkü insan, dünya hazlarının tesellisinden uzaklaşmadıkça, dini görevlerini hakkıyla eda edemez. Birbirine ait olan iki sey bir kalpte beraber ve dost olamazlar. Gönül, dünya zevklerine esir olduğu nispette İslam şerefi ve yüceliği aşağılara düşer. İslam’daki teselli yeri harap olur, dünyevi hazlarla ilgili teselli yeri mamur olur, “31 Sıhhatli düşünceyi sıhhatli amelin takip ettiğini şöyle izah etmiştir:
“Basiret ehli demişlerdir ki: Insanda imani bir düşünce doğunca İslami davranışlar da onun ardından gelir. Bu ikisinin yanında, amel ve tefekkürü bir araya getirmek ne şekilde mümkün ise o yolla bunları bir araya getirmek gerekir. Tıpkı oruç ve tefekkür, itikat ve tefekkür gibi. Her ne kadar namaz, zekat, cihat ve hacci tefekkürle ve şuuruna ererek yapmak zor ise de farzı yerine getirmek farz borcunu kaldırır, sünneti yerine getirmek de Hz. Peygamber’e ittiba sorumlu luğunu kaldırır.”
Nefse ait talepleri hazlar ve haklar olarak ikiye ayırıp şöyle buyurmuştur:
“Bunlar yerine getirilmesi gereken haklardır. Nefsin hazlarından onu sakındırmak gereklidir ancak hak ları için bu söz konusu değildir. Bu haklar ise insa nın fitri ve bedenî hayatının devamına hizmet eden ihtiyaçlardır. Bu beklentin temini asla yasaklanm destekten yararlanma ve bu şinin dünyevi ve uhrevi umurunu takipten bigane kalması caiz değildir.”
Herkesin mertebesine göre değişen sema, kimine göre nefsani duyguları kimine göre de ruhun terbiyesi için nefsiyle mücadele halinde olan ruhaniyetini artırır. Bu sebeple semanın, kalbi diri nefsi ölü kimselere faydası olacaktır. Sema ile nefislerin mücadele kılıcı ile kesileceğini, kalbin ise ilâhî sırlara uyandırılacağını söyleyen tasavvuf ehli arasında Hemedanî Hazretleri de vardır. Ona göre:
“Sema Hakk’a bir seferdir ve Hakk’tan gelen bir elçidir. Hakk’ın latifeleridir, gayb âleminden faydalar sağlarlar, oradan vâridat getirir. O, ruhlara bir kuvvettir, kalıplara gıdadır, kalplere hayat verir, sırlara bekâ aşılar… Sema, perdelerin yırtılması, sırların açılmasıdır.
“Öfke ve gazap ateşi, insanların gâfil ve aklı karışık insanlara şeytanın attığı bir şeydir.” buyurarak, müride iç dünyasındaki karışık düzeltmenin pratik yolunu şöyle göstermiştir:
“Zâhirinizi dağınıklıktan kurtarın. Zira, zâhiri olanın bâtını ve gönlü daha da dağınık olur.”
Hemedanî Hazretleri, müridin yolu dört esas üzere bina etmesi gerektiğini söylemiştir: Birincisi, nefis riyazetinde bulunmaktır. “Yemek, uyumak ve giyinmek şehvet ölçüsünde değil ihtiyaç ölçüsünde olmalıdır.” Ikinci rükün, lokmanın ve imkânın helâl olmasıdır. “Çünkü haram lokma ile gönül nuru hasıl olamaz, haram giysi ile ibadetin ne safâsı olur ne zevki çıkar. Insan olmak kuşkusuz şu üç şeyle mümkündür: Hırka, lokma, mesken. Bunların üçü de temiz ve helal olunca, insanın bütün işleri iyi ve güzel olur. ” Üçüncü rükün mücahededir. “Mücahede, şeytan, dünya ve kötülük emreden nefis gibi bâtın düşmanlarıyla savaşmak demektir.” Dördüncü rükün, zikirdir. Hemedanî Hazretlerine göre ibadet, takva, riyazet ve mücahede gibi birçok yol olsa da, Hakk’ı zikretmedikçe hakikat yolu açılmaz. Bu yüzden, “Zikre nail olanlara velilik verdiler, zikirden azledilenleri de velilikten mahrum ettiler.” buyurmuştur.
Müridlerine tavsiye ettiği zikir dersi şöyledir:
“Her gün birkaç saat tayin edilir. Evde tek başına oturan sâlik, abdestli olarak ve üstünde temiz bir giysi ile kıbleye dönerek gözlerini kapar, bu kelimeyi söyler: La ilahe illallah. La ilahe illallah’ın medlerini uzun okur; elini kalbinde tutar. Bu zikir ve Allah dı şında gönlüne gelen her hayali, her hevesi bu kelime ile uzaklaştırarak gönlüne göz kulak olur. Kur’ân’da, ‘Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’I zikrederler’ buyurulduğu gibi, sürekli zikredince önünden ‘hicab’, karanlık ve hayalleri kalkar. Allah’ın lütûf bulutu her tarafı kaplar; fazilet yağmuru yağmaya, lütûf ve saadet rüzgârı esmeye başlar.”
Riyazetler sonucu elde edilecek neticeyi de şöyle anlatır:
“Nefîs boyun eğmedikçe, şeytan6 uzaklaştırılmadıkça, dünya düşüncesi gözden silinmeyip şehvetler ölmedikçei bu hedefe ulaşılamaz.”
“Nefsi dizginleyerek, onun isteklerine muhâlefet edilerek mücadelede bulunulursa, Zü’l-Celal’in zâtını ve sıfatlarını müşahede etmek kesinlikle gerçekleşir. (…) Kurb makamına ulaşmak, Hakk’ın keremine nail olmak, O’nun sıfatlarının, O’nun zâtının hakikatlerini bilmek, Celâl ve Cemâlini müşahede etmek, sırlarını, nurlarının tecellisini keşfetmek. Bunların tümü nefse muhâlefet etmekle, karşı koymakla mümkündür.”
Seyr ü sülûku şöyle tanımlamıştır:
“Bilesin ki Hakk yolunun yolculuğu yani sülûk, iki kısımdır. Sülûk’I zâhir ve sülûk’I bâtın. Sülûk’I zâhir, daima ilâhî emir ve yasaklara riayet etmek, imkân ölçüsünde dinî esasları muhafaza etmek ve nefsin arzularından kaçınmaktır. İkinci kısım olan sülûk’I bâtın ise, kalbi temizlemeye çalışmak ve nefsanî kötü sıfatları yok etmek için gayret sarfetmektir. Bâtın temizliği dedikleri işte budur. Kalp zikrinde sınırsız bir çaba ve azim gerekir ki kalp Hakk Teala’yı zikreder hale gelsin “
Yusuf b. Eyyüb Hemedani (ks), ömrünün son yılla Merv ve Herat şehirlerinde geçirmiştir. Bu iki şehir arasında sık sık seyahat etmiş, ilerleyen yaşına rağmen tebliğ ve irşad çalışmalarına devam etmiştir. Tekke si, “Horasan’ın Kâbesi” denilecek kadar tanınmış ve önemli bir merkez halini almıştır. Ömür yolculuğu da bu iki şehir arasında, H. 535-M. 1140 veya 1141 senesinde sona ermiştir.
Vefatı ânında, “Hak Teala’nın öyle kulları vardır ki onların can verişini Allah’tan başka kimse bilmez.” bu yurarak şu beyti okuduğu nakledilir:
Senin diyarında âşıklar öyle can verirler ki
Oraya ölüm meleği asla sığmaz
Mübarek na’şları Merv’e nakledilerek orada bir türbe bina edilmiş, yaşarken de ebedi hayata göçtükten sonra da Türk memleketlerinin göz bebeği, rehberi ve önderi olmuştur. Yerini Abdullah Berkî ile başlayan halifeler zincirine emanet edip vasiyet olarak da, “Sultan Sencer’e yazdığımız âdâbı müridlere ve ashabımıza söyleyiniz.” cümlesini bırakmıştır. Sırasıyla dört halifesi: Abdullah Berkî, Hasan Endakî, Ahmed Yesevi ve Abdülhâlık Gucduvânî’dir. Bir süre irşad makamında bulunan Ahmed Yesevi ile ondan nöbeti devr alan Abdülhâlık Gucduvânî, asırlarca sürecek tesirleri olan en etkili halifeleridir.
Halifesi Abdülhalik Gucduvânî’ye;
“Oğlum, iki kapıyı kapat, iki kapıyı aç! Şeyhlik ka pısını kapat, hizmet kapısını aç, halvet kapısını kapat sohbet kapısını aç!” tavsiyesi, Gucduvânî Hazretleri tarafından Nakşibendiliğin on bir prensibi arasında sayılan “halvet der encümen” olarak sistemleştirilmiştir.
Hz. Ahmed Yesevi ata topraklarından göç eden Müslüman Türklerin Anadolu’daki kılavuzu, önderi, mürşidi olmuştur.
Hemedani Hazretleri, keramet ve harikulade hallere ehemmiyet vermemiş, Kur’ân ve sünnetten ayrılmamış, sahv ve temkin’i, tebliğ ve hizmeti esas almıştır.
Rütbetü’l-hayât, Keşf, Risale der Âdâb-ı Tarikat, Risale fi Enn’l-kevne Musahharun li’l-insan isimli ve bir de isimsiz tasavvufi bir risalesi vardır. Arapça ve Farsça olarak kaleme aldığı eserlerinin bir kısmı günümüze ulaşmayı başaramamıştır. Edib ve maharetli bir yazar olan Hemedani Hazretlerinin eserleri, kendi asrının ve bir sonraki üç asrın meşhurları arasına girmiştir. Zâhiri ilim tahsiline ne kadar devam ettiğine dair kaynaklar da herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Ancak zâhirî ilimlerde kemal derecesine ulaştıktan sonra bâtinî ve manevi ilimlerle meşgul olmuştur. Hemedanî Hazretleri, sahip olduğu nitelikleri ile İmam Muhammed el-Gazâlî ile mukayese edilmiştir. Zira ikisi de ilmi tahsile şeriatten başlamış, Ebu Ali Faremedi’ye (ks) talebe olarak tasavvufla tanışmışlardır. Aralarındaki tek farkın, Hemedani Hazretlerinin irşad makamı ve vazifeleri dolayısıyla fazla eser verememesi olduğu kaynaklarda ifade edilmiştir. Abdülhâlik Gucduvânî Hazretleri, şeyhine ithaf ettiği eserinde ondan şöyle bahsetmektedir:
“Bir kişiden az bir iyilik görse, karşılığını iki kat verirdi. Yanında daima ikram adına bir şeyler bulundurur, onlardan her gelene verirdi. Büyüklerinin yanında konuşmazdı. Başkasının tarlasından yürümezdi. Namanı uzatmazdı. Kendi işlerini kendisi yapar, değirmene kendisi gider ve çok seyahat ederdi. İşrak, duha, evvabin ve teheccüd gibi nafile namazları asla aksatmazdı. Hep şehit olmak isterdi. Sadaka ve zekâta çok önem verir, itikafa girer, kurban üzerinde önemle durur, köle azat ederdi. Allah’tan çok korkar ve
tir tir titrer ancak Allah’ın rahmetinden de hiç umidini kesmezdi. Gönülden seven ve sevilen bir insandı…”
Zayıfça, orta boylu, buğday benizliydi. Doksan yaşında vefat etmesine rağmen sakalında parmakla sayılacak kadar az beyazlık vardı. Sanığını büyük sarar, ucunu uzun bırakırdı. İhtiyaçlarını çizme imalatı ve çiftçilik yaparak ternin etmiş, mütevazı bir hayat yaşamıştır.
KAYNAK:
1-Başbakanlık osmanli arşivleri Bâb-ı Âli Evrak odası Dosya No: 3739 Gömlek No:280414
2-Silsile-i Hâcegân
3-M.Nureddin Coşan
4-Arifan Kadın ve aile kuruluşları dayanışma derneği iktisadi işletmesi